20 Ağustos 2013 Salı

yine yeni yeniden

yeni bir nefes... öncekinden daha temiz, daha ferah, daha bilinçli, daha olgun...daha huzurlu ama daha  zorlu. bu sefer tek başıma serseri değilim, her şeyden önce küçük kızım var.

bende olayları sıcağı sıcağına hissedememe durumu var. sonradan ince bir sızıntı ile algılıyorum durumu. şimdi kilometrelerce uzakta olduğumu anlayamıyorum. son günlerde bile gideceğimi anlayamadığın gibi. evimizi hiç kapatmadık. bunun da etkisi var gittiğimi iliklerimde hissedememde. evi sanki akşam annemlere yemeğe gitmişiz gibi bıraktik. dolapta yemekler, düzenlenmemiş yatak...

şimdi yazmazsam başlayamam dedim. yorgunluk kavramının şu çektiğim şey yanında devede kulak kaldığını söylemeliyim. bu iki günü önceki dönemlerden ufak serpiştirmelerle anlatayım.

insanlar akıncı ruhuyla parise geldiğinden, uçakta az kalsın yer bulamıyorduk. bulduğumuz bilet de tavan fiyattaydı. en uygun olan gece (daha doğrusu sabah karşı) uçağıyla geldik. bu, bizim hiç uyumamamız, kızımınsa eser miktarda uyuması demek oldu. zaten değişim, son azıların çıkışı ve şanlı şöhretli iki yaş sendromuna yaklaşmayla huysuzlaşan üzüm tanem tam bir cadı oldu. iki uçak yolculuğu, bir transfer için havaalanında beklemenin yani sira, sakinleşsin ya da kulakları rahatsız olmasın diye yapılan onlarca emzirme arasından sıyrılmaya ve yaşam mücadelesi vermeye çalışan ben! yaşam mücadelesini daha çok, çılgınca ağlayan kızımı yatıştırırken ve göz kapaklarıma yerleştirilmiş külçeleri def etmeye çalışırken verdim.

ilk uçak nispeten kolaydı. ama ikinci uçak daha sorunlu geçti. çok büyük bir uçaktı ve çok kalabalıktı. bebek bakım odası olan tuvalette kızım çığlıklar atararak korkusunu dile getirdi. daha da beteri, etrafta dolanmak istedi. çizgi filmle uyuşturacağım yaşta olmadığından ilgisini oralara çekemedim. laftan anlayacak yaşa da daha gelmediginden yapma etme diyemedim. yorgunluk ve uçak yolcuğuluğunun verdiği stressle ağlayıp durdu.

ilk gün için kavanozlarda bir meyve bir sebze yiyeceği almıştım. bu sayede ilk gün rahattım. gelince hemen marketten bir yoğurt alarak olayı sağlamlaştırdım. ne olursa olsun bir türlü az valizle gidemiyoruz. o sırt çantası, elektronik aletler elimizde ağır oluyor diyerek aldığımız minnacık 4 tekerli valizcik, makul iki kol çantası ve puset sadece transferler ile iki uçakta iki şer kez halterci misali kaldırıp indirmemize neden oldu. kan, ter, gözyaşı dolu bir yolculuktu ama çok şükür vardık yeni şehrimize. bu saydıklarıma eklenen 2 insan boyu valizle gurbetçiliğimiz tavan yaptı. ama şükür naylon poşet yoktu daha elimizde.

ilk melaikemiz burda görevli olup dönmek üzere olan bir yurdum insanıydı. valizlerle bizi havaanından aldı otelimize kadar getirdi. gelir gelmez saatlerce uyuduktan sonra akşam yemeği için dışarı çıktık. her yer cıvıl ötesi her yer insan. kızımın tüm ekmek dilimlerini yalamasıyla ve elinden ufak ekmek sepetini aldığımızda bize kızdığını göstermek için turbo güç bağırmasıyla geçen bir yemekten sonra, bi ton kilometre daha yürüdük. neden bu kadar çıldırdığımızı ben de bilemedim.

asıl yoğunluk bugün idi. gidilen binlerce yer, yapilan binlerce evrak işi ve konusulan binlerce kişi (muhtemelen 5-10 civarindaydi ama gozumde 5 ile carpildi). sabah kalktık ve öncelik olarak üzüm kıza kahvaltı yaptıracak bir yer aradık. zar zor bir şeyler bulduk; biraz yumurta, biraz peynir, biraz ekmek ve burada 'fromage blanc' olarak geçen ürünün bebek versionuyla kahvaltı bitti. ama randevular çığ gibiydi. check out yapıp yeni evimizi teslim almamız gerkiyordu. arkasından iş için bazı evraklar verilecekti. sonra da bebek yatağı içi bir başkası görülecekti.  yeniden harala gürele bavulları topladık, indirdik. evi teslim aldık, şartları görüştük, aldık verdik aldik verdik. sonra şehrin nispeten yürünemeyecek bir yerine metroyla işkence çekerek 1 saatte gidebildik. çocuksuzken paris metrosu ne kolaymış yaleppim! milyonlaca merdivenle inip çıkılan metroda puseti taşımak sabır istiyor. kesinlikle çocukların dışında kaldığı bir sistem metro. çocuklular daha çok otobüs tercih ediyorlar bu nedenle.

asıl ikinci melaikemizle bundan sonra karşılaştık. randevular birbirine girip kaydığından yarım saat rötarlı evine ulaştık. bize bebek yatağından çocuğunun ıvır zıvırlarını bedava evet yanlış yazmadım BEDAVA verdi. annemin tepkisi bu hatunun Fransız olmadığı şeklindeydi. sadece erkek kardeşinin evlendiği hatunun şöyleeee uzaktan bir arkadaşı olan bana en büyük ihtiyaçlarımı yüce bir gönülle verdi. sadece vermedi onu bizim evimizin önüne kadar taşdı, yukarı çıkarmama yardım etti ve çantasından çıkardığı tornavidayla monte etti. saint michel'in yanına heykeli dikilecek kadar azize bence.

ama tabi o tahta yatağı 3 kat asansörsüz iki seferde taşımak, 6 seferde valizleri getirmek ve üstüne bir de alışveriş yapıp üzüm kızın yemeğini düşünmek, bende yorgunluğun dipsiz kuyusunu oluşturmama yardımcı oldu. herkes uyudu ben de azıcık uyursam kalvyedeki harfleri seçebilirim belki...

2 Ağustos 2013 Cuma

hissedemiyorum ama hayal ediyorum...

kızımı doğurmak için hastaneye gitmişim, babam yanımda. köşede hastane odasında oturuyor. uzaktan yarım bir gülümseme var dudağında. tam değil. çünkü içinden kahkahalar atsa da dışına yansıtamıyor, çizgisini bozamıyor, duygularını gösteremiyor. ama aslında gülüyor. herkes benim başında ama o uzakta duruyor. genelde öyle yapar; curcunanın içine girmez, bir parçası olmaz ama aslında içindedir. tasvip etmiyormuş gibi görünse de, aslında laylaylom yapıyorsunuz dese de, içinden katılır.

sancılarımda beni rahat bırakmak istiyor. boyle durumlardan bunalır. ama yorgun olduğundan çıkamıyor. mecali yok. bakıyor uzaktan... aslında heyecanlı ama bunu da göstermiyor. birazcık da korkuyor. ilk göz ağrısı için endişeleniyor. ne de olsa ilk yavrusundan ilk torunu. artık küçük kızımı daha fazla bunaltmak istemediklerinden beni aşağı götürüyorlar, ne de olsa bir nevi ameliyat bu. endişeyle dakikaları sayıyor babam.

sonra... minnacık pembe tulumlara sarılmış kara kızının kara kızını getiriyorlar. merak ediyor ama çok yaklaşamıyor. bu küçük, saçlı kara torun ne de ufakmış ne de gerçekmiş diye geçiriyor içinden. bana benziyor mi acaba? karalığını benden almış...

içinde torun heyecanı yanında endişeler yaşıyor; ilk göz ağrısı nerde kaldı diye. ben geldiğimde hiç bir şey olmamış gibi oturduğu yerden doğrudan bana bakıyor, içimden geçenleri görür gibi. ara sıra ellerini arkasında birleştirip kalkarak bir iki adım yaklaşıyor.

günler geçiyor, aylar geçiyor. kızım büyüdükçe onu sevgiyle inceliyor. uyurken çatılmış kaşlarını fark ediyor, 'benden almış bunu da' diyor. koç koç yapıyor, küt küt oynuyor. kızım da pek seviyor azıcık hoplatılmayı zıplatılmayı. tam babamın dişine göre bir torun bu.

kızım her gün büyüyor, anlamlı anlamsız dededededede diye sıralıyor. ama dedesini görünce hep gülümsüyor. yürümeye başlayınca onun yanından ayrılmıyor, elinde hangi oyuncak varsa ona veriyor, elinde olmayanları yanına taşıyor. babam çocuklarına davrandığından çok daha yumuşak, çok daha toleranslı. yılların karizmasını çizdiriyor ufaktan ufaktan. ama torunu ona benziyor; dikkatli, mesafeli, ciddi, inceleyen, hemen kendini bırakmayan...

büyüdükçe algıları açılıyor, tepkiler veriyor, dedesine sarılıyor. dedesinin kucağında uyuyor. koca dişleriyle dedesine gülüyor. şaşkın şaşkın ona bakıyor. yanında daha güvenli hissediyor.

olmuyor, daha fazla hayal edilemiyor...

sadece benim göremediğim kızımın görebildiği varlıklardan birinin babam olduğunu, boşluğa attığı gülücüklerden birini ona attığını varsayabiliyorum.

kızım dedesini hiç tanıyamıyor. hiç onunla oynayamıyor. hiç bir zaman babamın onu gördüğünde nasıl tepki verebileceğini bilemiyorum. sadece karnımdaki varlığının haberini ögrenmis ve son sozleri torununun ona benzeyip benzemeyeceğini sormasi olmuştu...

hayır, kendimi kandırmayayım. ne kadar anlatabilirim ki ona ya da o ne kadarını anlayabilir ki? babam hep birkaç fotoğraf olacak onun için, benim içinse çoook uzaklardan silüetini seçebildiğim bir hayal...


31 Ekim 2012 Çarşamba

işte öyle...

bir yıldır yazmamışım. evet bu benim için bir günlük ve geriye dönüp baktığımda aman tanrımmmm dedirtebiliyor. tesadüfen ulaştığım bir blog yüzünden açıp kendi blogumdaki bir kaç yazıyı yeniden okudum. okuyunca anneliğin beni olgunlaştırdığını düşündüm. sonra durup kendimi objektif değerlendirince babamı kaybetmenin ve 2 yıl yaşadığı hastalığın acısının zamana yayıldığını, bu durumun ve hamileliğin bende ciddi asabiyet yaptığını fark ettim. hatta ergenliğe geri dönmüşüm id ortaya çıkmış süper ego sinmiş bir kenara pısmış. ona atar buna tutar sevmezsem sevmemler vesaire...

şu an tatlı bir kıvamdayım. kulak memesini tutturdum gibi ama ruh halimi dengelesem de hayatımda köklü değişiklikler düşünüyorum. bazen ileri gidip bazen vazgeçiyorum.

bir sene önceki kadar asabi değilim her iki durumu da kabullendim sanırım. ama ondan önceki kadar da yumuşak değilim.

inatla genç kalıcağım diye bol pantalonlar giymekten vazgeçmeliyim, bir sonraki aşamada belki de. 90 yılların parodileri gibi yaşlanmadım diye "naber moruk" gibi pis pis kelime gruplarıyla mı konuşuyorum?

16 Aralık 2011 Cuma

hastayım hastaaa canım ister pastaaaaa

bogazim yırtılacak heralde, boyle nefes aldığımda keresteye sürtülen zımpara hissiyatı yaratıyor. Konusmak başlı başına işkence zaten. Göbüş bebis ilac almamı da engellediğinden, evimde çorap picama probis süt kombinasyonlariyla yatıyorum. Tamam tamam probisi yedim, keşke sadece yanıma alıp uzansaydim =$ yapacak bişi yok!

camdan arabaları izlerken, yine bu dort teker motor olayına ortalama bir kızdan daha fazla bayıldığımı fark ederek şaşırdım. Gerçekten araba sürmek bir ara "ralli kursuna gidecem ben ya" ya varan bir tutkuydu benim için. Trafikte gecirilmis 11 yıldan sonra milim milim ilerlemek pek zevk vermez oldu ama hala özel hareketlerim var. Abbuk sabbuk manevralar yapmayın valla şakacıktan ders olsun diye yandan sürtüveririm. ^_^

araba kullanma şevkimin pis trafik ve trafikte dayak yeme korkumdan dolayı azalmasinin yaninda arabalardan hoşlantım, aldığım elenktrik hiç bitmedi. Eskiden, daha ergenken, dergiler falan okurdum ama şimdi hepsi elimdeki hamurdan dolayi beyime intikal etti. =p o bana anlatıyor araştırıp, boylece tam ulkem insani olarak benim bişi okumama gerek kalmıyor, kulaklarım bilgiye aç.

bebiş gelirken güvenli bir arabamız olsun, değiştirelim bu fransiz, cakası bol françois'yı diye kıpırdanmaya başladık. Benim için güvenlik artık ön planda evli çocuklu olmaya aday bir birey olarak, ama performans ve caka - güzel çekici görünüm - hala vazgeçemediğim özellikler. Hem gücümüzün yettiği, hem az yakan, hem vın diyince giden, hem de vayt güzel arabam dediğim kesişim kümesini bulmak pek kolay olmayacak.

Camdan bakarken, yolda oğluyla yürüyen genc bir babanın oğluna yanlarından geçen genc bir kızın kullandığı- muhtemelen ögrenci- mini cooper countrymanı gösterdiğini gordüm. İçim bi cız etti. Hayır o arabayi beğeniyorum, milletin kullandiği bir cok sapık arabanın yanında baba bir fiyatı olsa da gayet efendi, sıradan sayilabilecek bir araba. Yine de bi utandım. Üniversite de araba kullaniyordum, evet arabam vardı ama özel bir üniversite yanında büyüdüğümden, kimseyi umursamayan paralı bebeler barındırdığının bilincinde olduğumdan, bir de üstüne hep devlet okullarına gittiğimden araba konusunda hassastım. Önce kimselere soylemedim okulda arabam olduğunu mesela. Zaten anca totomun sıgabileceği minnacik bir arabacığım vardı. Ki bu arada küçük arabalardan nefret ederim, keşke en az kamyonetim olsa.

Arabayi seçerken bilinçli sectim. Yolda broadwayle giden 50 yasinda bir cift gordugumde yüzümün kızarmasını istememistim. Ben kimdim ki anne babamın parasıyla hava atıp millete ezik muamelesi yapacaktım. Bu düsuncemden hala pek kurtulamadım. Hepimiz isviçre zenginliğine ulasmadan yani etrafta maserattiler ucuşmadan, ben yine fazla fiyakalı ve pahalı bir araba kullanırken utanırım. bu elbette ki onlari sevmediğim, dergilerde, virtinde ya da birinde gördüğümde ağzımın sulanmadığı anlamına gelmiyor.

ama yani emprestyonistleri seviyorum diye eve bi orijinal renoir bi de degas getirmiyorum. Uzaktan bakıyorum. derdimin babadan gelen parayla alınan uçuk arabalar olduğunu fark ettim. Sanırım o üniversitenin cevresinde büyümek, hep ordan ögrencilerin olduğu bir sitede oturmak bende bazi kalıcı pürüzler ve defolar yarattı. Beyim olsa kanımca "insanlarin iyi bir arabaya binmesi icin bir ömür beklemesi mi lazım" derdi. Değil belki ama ben hep o broadwayin icindeki cifti düşünüyorum, bir ömür beklemelerine rağmen pek bir şeye sahip olamayanları. Ayrıca amg mercedes alacağına o sıpa efendi bi araba alıversin

hastayım, göbüklüyüm. Mantıklı olucam diye bir kaide yok tamam mı?! Sevmiyorsam sevmem banane

13 Aralık 2011 Salı

Ankara'da yaşayan bir Reykjavíkli gibi hissetmek

ya bu savı yeniden iddia edeceğimi düşünmüyordum ama hatuna erkekten arkadaş olmaz ya.

en çok özendiğim arkadaşlık erkekler arasında olan, hatunlarinkinden en onemli farklari rekabet ve kıskançlık olmamasi. afra tafraları da yok adamların, yok ne zamandır beni aramadın bik bik bik. hatunların bu bik bik biklerine bir susuturucu takılmalı ya. ha ben farklı mıyım? esta pitit piti tabi ki de değilim, bik bikliyorum elbetteki fakat genelde arkadaşlarıma bikbiklemiyorum, bi de kıskanıcağım hatunla arkadaş olmam ki. samimi olmayan şeylere zaten 30umdan sonra tahammül edemez oldum. sevmiyorsam bir insancığı direk belli ediyorum. geçen görüştüğüm bir kız arkadaşıma açıkca "artık seninle diğerleri buluştuğunda ben gelmek istemiyorum, konuştukların çok depresif gelemiyorum bunlara kusura bakma" dedim haa sonuna yoksa seni seviyorumu da ekledim ama. seviyorum da uzaktan gibi.

sanırım benim mevzuata göre GDO (genetiği değiştirilmiş organizmalar) gibi bi etiket konmalı herseye,tüm her bişeyciği kapsayacak eşkilde SOŞ (samimi olmayan şeyler) yapıştıracağım. bunlar detoksuma göre, zararlı hiiiç baştan elimi sürmeyeyim de sonrasında bünyeden atmak için kasmayayım.

velhasılı kelam kıskanıyorsam o arkadaşı kız erkek, rahatsız oluyorsam, görmek konuşmak istemiyorsam, istedigimi yapıyorum. yani içimden gelen neyse yapıyorum. Ko ...rahvan gitsin ya. çekemem bu yaştan sonra, bi de bu yaşa kadar yeterince iyi, yakın, gerekli arkadaşı yaptım. Kotayı doldurdum. bundan sonrası piyangodan bir şey çıkması gibi. iyi olursa ne ala olmazsa da yemek yemişken midemi abur cuburla doldurmaya ne gerek var diyorum. haaa kimseye de kötü davrandığım sanılmasın. seviyorum insan ırkını ama uzaktan işte uzaktan, asıl olay bu!

orta okul ve lise arkadaşlarım, tamamen seçimlerimin dışında, büyükçe bir erkek grubu olmuştu. şimdi çoğu ile arkadaşım, zaten beyim de orta okul lise arkadaşlarımın bir parçası olduğundan topluca arkadaşız. arkadaşız da, bir sorun nasıl? tabi ki sevgilileri ya da evlendiklerin hatunların izninden sonra, vice versa. yani erkek hatunundan arkadaşlarıyla arkadaşlığına devam etmek için belirli bir onay belgesi imzalatmak durumunda. Hele de arkadaslar karsi cinsse!

çook anlayışlı ve kendine güvenen bir sevdiceğiniz yoksa işiniz zor. ben genelde erkek arkadaşlarımın arkadaşlığını söke söke alıyorum ama sevgi pıtırcıklığımla. kesinlikle hatun kişiye çalışmalısınız. çift olmalarından itibaren hatunlara özel ilgi, ihtimam gösteriyorum. gönüllerini kırmıyorum, hep low profile kalıyorum böyle (hani ingilisçe polisiye filmlere atıf olsun diye şeeettim) sakin tevazü sahibi arkadaş şeklinde. beyim sağolsun anlayışlı bu konuda ama sanırım arada atlattığımız uzun yıllar süren badirelerin payı var bu işte. zaten unumuzu eledik şeklinde ayrıca dibi gördüğümüzde anlaştık gibi geliyor (o dibe bi de alttan bakıcaz bebekle ama hadi hayırlısı bakalım :).

ha sevdiceği gıcık olanlar olmadı mı bana? oldu tabi onları da kaybettik. hayırlısı oldu zannımca. zaten belirli yaşın üstünde kadın erkek öyle samimi arkadaş olmaz ya, erkek milleti bu belli mi olur? her şey fırsat adamların gözünde. çok iyi olursun da regl tarihlerini söylediğin, aşk hayatını didik didik ettiğin dönemi geçmişsindir artık, tabi hala lise orta okul değilsen. ki bir erkek de seni o yaşlarda bu abbuk muhabbetlere rağmen dinliyorsa kesin bir yanıklığı vardır ya. ilgiyi seven kedi cinsiyiz biz kadınlar o ilgiden kolay kolay vazgeçmeyiz, o yüzden yazık o erkeklere, sonunda ama ben seni arkadaşım olarak görüyoruma mahkum olurlar.

heee nasıl başladım nasıl bitti asıl hatuna erkekten arkadaş olmaz diye düşünüyordum ama kazığı da sonunda erkekler yiyormuş megersem. eee adam bulunca başka hatun "onu arkadaş olarak görmeyen", o hatun kişide senden kıl kaptıysa arkadaşlığa orada nokta.

aman biliyoruz be herşey siyah beyaz değil, elbette benim erkek olan arkadaşlarım var, bazı çerçeve konularda dertleştiğim ama karşı cinsteki en yakın arkadaşım da belli yani. burdan gooool diyerek tribünlere doğru yüzüğümü öpüyorum

11 Aralık 2011 Pazar

WTF!!!

Bu dokunmatik aletin birgun bana fazla gelip dombilibu parmaklarimla bisileri batiracagimi biliyordum. Nitekim dun aksam beyime aaa sizin en ust amir benim bir arkadasimin arkadasiymis facebookta ne alaka yahu derken gulup kafami kaldirip ona baktigim ve sonra geri indirdigimda o iyice bulanmis yuvarlak seyi, dolma parmaklarla cottadanak bilincsiz bir sekilde adamin isminin ustune tiklayip arkadaslik istegi gonderdim! Neeeeeeyyyyy nasil yaaaaa demeye kalmadan geri alinabildigini fark edip hemen geri aldim o istegi.

Bir saat sonra yeniden kontrol ettigimde adam bana geri donup bu sefer o istek gondermis O_o sanal dunyayi hic sevmiyorum zaten bi de ustune boyle abbuk sabbuk sosyal iliskilerde mıçınca paralize oluyorum.

O zamandan beri facebooku acmiyorum ki zaten kirk yilda bir giriyordum ve bilgisayardan uzak duruyorum boylece gercek dunyada bunlari gormezden gelebiliyorum.

Facebook denen seyin benim icin ve su iki uc yil once sayfayi kullanmakta nerdeyse dunya rekoruna giden yurdum insani icin siradan, bayik geldigi ortada. Bir kac haberdar olmak istedigim arkadasim var onun disinda sarpa sardi akrabalar, is yerinden teyzeler, arkadaslarimin arkadaslari gereksiz sekilde listemde halay cekiyorlar. Ayrica bilgi kirliligi herkes bak ne guzel hayatim var demek icin hep guzel fotograflar yukluyor. Turk hatunlarini depresyona surukleyen bir seymiş bu ağ;
-ay kiz leyla bunca sure boyunca hic kilo almamis, yetmemis zengin olmus iki de cocuk yapmis. Cocuklar da ustun zekaliymis, kedisini bile egitmis onun yerine pedikur yapiyormus...

Sıkış hep millet ya, hepsinin profilindeki duvarlar vasitasiyla yuzlerine malsiniz layyn maaaal ddemek istiyorum. Hep tas gibi belirli acidan cekilmis fotolar, sanki edebiyati yalamis yutmus gibi durum guncellemeler ama asil olan anca video paylasiym, millete hava atarken onlarin hayati bi kontrol edeyim vs.

Hayir sil di mi bu insanlari. O da benim malligim iste yapamiyorum, ayıp olacak bilmemne diye belki bende onlarin bu sahte hayatlarini dikizlemekten zevk aliyorum

Aman banane ben gercek bir insanim ve sosyal hayatim var, bu nedenle aklima gelirse haftada bir beeeeelki giriyorum.